Bileşik Şekiller: |
a bit advadverb: Describes a verb, adjective, adverb, or clause--for example, "come quickly," "very rare," "happening now," "fall down." | UK, informal (a little) | biraz z.zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu"). |
| | bir miktar z.zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu"). |
| Run around a bit and you'll soon warm up. |
a bit advadverb: Describes a verb, adjective, adverb, or clause--for example, "come quickly," "very rare," "happening now," "fall down." | UK, informal (slightly) | bir parça z.zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu"). |
| | biraz z.zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu"). |
| It's a bit cold in here! |
a cappella advadverb: Describes a verb, adjective, adverb, or clause--for example, "come quickly," "very rare," "happening now," "fall down." | Italian (sing: without instruments) | çalgısız olarak z.zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu"). |
| | enstrümansız olarak z.zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu"). |
| The piece is usually orchestral but they performed it a cappella. |
a cappella adjadjective: Describes a noun or pronoun--for example, "a tall girl," "an interesting book," "a big house." | Italian (singing: no instruments) | çalgısız s.sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir. |
| | enstrümansız s.sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir. |
| Gregorian chant is usually a cappella singing. |
a dab hand nnoun: Refers to person, place, thing, quality, etc. | informal (skilled person) | uzman i.isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder. |
| | erbap i.isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder. |
| | usta i.isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder. |
| Could you help me roll this pastry? I hear you're a dab hand in the kitchen. |
| Hamuru açmama yardım eder misin? Yemek pişirme konusunda uzman olduğunu duydum. |
a dab hand at [sth] nnoun: Refers to person, place, thing, quality, etc. | informal (person skilled at [sth]) (kişi) | becerikli s.sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir. |
| | maharetli s.sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir. |
| My sister's coming to put up some shelves for me. She's a dab hand at DIY. |
| Kız kardeşim rafları kurmama yardım edecek. 'Kendin Yap' konusunda çok beceriklidir. |
be a far cry from [sth] exprexpression: Prepositional phrase, adverbial phrase, or other phrase or expression--for example, "behind the times," "on your own." | informal (very different from) | çok farklı olmak f.fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder. |
| | çok başka olmak f.fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder. |
| Life in Canada is a far cry from what she's used to in Haiti. |
a few pronpronoun: Replaces noun--for example, "He took the cookie and ate it." "I saw you yesterday." | (small number) | az kişi i.isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder. |
Not: Used with a plural verb |
| A few came, but not many. |
a few times advadverb: Describes a verb, adjective, adverb, or clause--for example, "come quickly," "very rare," "happening now," "fall down." | (on several occasions) | birkaç kere, birkaç defa, birkaç kez z.zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu"). |
| That boy has come over a few times and always behaved himself. |
a few times advadverb: Describes a verb, adjective, adverb, or clause--for example, "come quickly," "very rare," "happening now," "fall down." | (with several repetitions) | birkaç kere, birkaç defa, birkaç kez z.zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu"). |
| After you do it a few times it doesn't seem so terrible. |
a fortiori advadverb: Describes a verb, adjective, adverb, or clause--for example, "come quickly," "very rare," "happening now," "fall down." | Latin (argument: stronger reason) | daha kuvvetle z.zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu"). |
| | daha kuvvetli bir sebeple z.zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu"). |
a good deal nnoun: Refers to person, place, thing, quality, etc. | (bargain) | ucuz fiyat i.isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder. |
| | kelepir i.isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder. |
| I chose the car because it was reliable and a good deal. |
a good deal advadverb: Describes a verb, adjective, adverb, or clause--for example, "come quickly," "very rare," "happening now," "fall down." | informal (a lot) | çok defa z.zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu"). |
| | pek çok z.zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu"). |
| She walks around the neighborhood a good deal. |
a good deal of [sth] adjadjective: Describes a noun or pronoun--for example, "a tall girl," "an interesting book," "a big house." | informal (a lot) | çok miktarda z.zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu"). |
| | epey z.zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu"). |
| | bir hayli z.zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu"). |
| I hope you like spicy food, because I added a good deal of fresh jalapeño. |
a great deal, a good deal nnoun: Refers to person, place, thing, quality, etc. | (bargain) | iyi fiyat i.isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder. |
| I chose the car because it was reliable and a great deal. |
a great deal of [sth] nnoun: Refers to person, place, thing, quality, etc. | (large amount of [sth]) | hayli, bir hayli, epey s.sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir. |
| | pek çok, çok s.sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir. |
| Her presidential campaign had a great deal of success at the local level. |
a great deal, a good deal nnoun: Refers to person, place, thing, quality, etc. | (much, large amount) | çok fazla şey i.isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder. |
| I have a great deal to accomplish before the end of the semester. |
a great deal, a good deal advadverb: Describes a verb, adjective, adverb, or clause--for example, "come quickly," "very rare," "happening now," "fall down." | (greatly, very much) | çok s.sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir. |
| I value your input a great deal. |
a great deal, a good deal advadverb: Describes a verb, adjective, adverb, or clause--for example, "come quickly," "very rare," "happening now," "fall down." | (considerably) | oldukça z.zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu"). |
| | epeyce z.zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu"). |
| | hayli, bir hayli s.sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir. |
| I'm feeling a great deal better since I ate some soup. |
a great time nnoun: Refers to person, place, thing, quality, etc. | informal (fun, enjoyment) | eğlence i.isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder. |
| | iyi vakit i.isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder. |
| Thanks so much for inviting me; I had a great time! |
a job well done nnoun: Refers to person, place, thing, quality, etc. | (task that is performed well) | iyi iş i.isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder. |
| Congratulations on a job well done! |
a la, à la advadverb: Describes a verb, adjective, adverb, or clause--for example, "come quickly," "very rare," "happening now," "fall down." | Gallicism (in the style of) | tarzında z.zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu"). |
| He swears a lot when he's angry, a la Gordon Ramsay. |
à la carte advadverb: Describes a verb, adjective, adverb, or clause--for example, "come quickly," "very rare," "happening now," "fall down." | French (ordering dishes: individually) | alakart s.sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir. |
| Rather than choosing the set lunch, she decided to order à la carte. |
à la carte adjadjective: Describes a noun or pronoun--for example, "a tall girl," "an interesting book," "a big house." | French (menu items: priced individually) | alakart s.sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir. |
| The restaurant offers a wide selection of à la carte menu items. |
à la carte advadverb: Describes a verb, adjective, adverb, or clause--for example, "come quickly," "very rare," "happening now," "fall down." | figurative, French (choosing, buying: individually) | alakart s.sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir. |
| Customers can download songs à la carte. |
à la carte adjadjective: Describes a noun or pronoun--for example, "a tall girl," "an interesting book," "a big house." | figurative, French (can be purchased individually) | alakart s.sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir. |
| The website allows people to make à la carte purchases. |
a la mode, à la mode adjadjective: Describes a noun or pronoun--for example, "a tall girl," "an interesting book," "a big house." | Gallicism (fashionable, in fashion) | modaya uygun s.sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir. |
| | şık s.sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir. |
| | moda isim s. |
| Animal print is very a la mode right now. |
a la mode, à la mode, alamode adjadjective: Describes a noun or pronoun--for example, "a tall girl," "an interesting book," "a big house." | US, Gallicism (with ice cream) | dondurmalı s.sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir. |
| I ordered a piece of pie a la mode. |
a little advadverb: Describes a verb, adjective, adverb, or clause--for example, "come quickly," "very rare," "happening now," "fall down." | (slightly) | biraz z.zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu"). |
| | bir parça z.zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu"). |
| She was a little angry with me. The doctor says your blood pressure is a little high. |
a little adjadjective: Describes a noun or pronoun--for example, "a tall girl," "an interesting book," "a big house." | (small amount) | biraz s.sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir. |
| I just want a little salt on my potatoes. |
a little nnoun: Refers to person, place, thing, quality, etc. | (short time) | kısa süre i.isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder. |
| | kısa zaman i.isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder. |
| I'll be there in a little. |
a little nnoun: Refers to person, place, thing, quality, etc. | (a small amount) | az miktar i.isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder. |
| | bir parça i.isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder. |
| Chocolate? I'll just have a little. |
a little bit nnoun: Refers to person, place, thing, quality, etc. | informal (small amount) | az miktar i.isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder. |
| | bir parça i.isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder. |
| There wasn't enough salt in the soup so I added a little bit. Could I please have a little bit of cheese? |
a little bit advadverb: Describes a verb, adjective, adverb, or clause--for example, "come quickly," "very rare," "happening now," "fall down." | informal (slightly) | biraz, birazcık z.zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu"). |
| | azıcık z.zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu"). |
| I'm just a little bit dizzy. It was a little bit cheeky of me to ask … but I asked anyway. |
a little more nnoun: Refers to person, place, thing, quality, etc. | (a small additional quantity) | biraz daha z.zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu"). |
| I already added salt to the potatoes, but I think they could use a little more. |
a little more adjadjective: Describes a noun or pronoun--for example, "a tall girl," "an interesting book," "a big house." | (slightly more) | biraz daha s.sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir. |
| May I have a little more tea, please? |
a little more advadverb: Describes a verb, adjective, adverb, or clause--for example, "come quickly," "very rare," "happening now," "fall down." | (for a short while longer) | bir süre daha, bir müddet daha z.zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu"). |
| The girls asked her mother if she could continue playing outside a little more. |
a little more advadverb: Describes a verb, adjective, adverb, or clause--for example, "come quickly," "very rare," "happening now," "fall down." | (slightly more often) | biraz daha sık z.zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu"). |
| You need to exercise a little more if you want to get fit. |
a little thing nnoun: Refers to person, place, thing, quality, etc. | informal ([sth] trivial) | önemsiz şey i.isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder. |
| I know it's just a little thing, but I find the constant tapping of your foot annoying. |
a long time advadverb: Describes a verb, adjective, adverb, or clause--for example, "come quickly," "very rare," "happening now," "fall down." | (a considerable period) | uzun zaman z.zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu"). |
| | uzun süre z.zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu"). |
| | uzun müddet z.zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu"). |
| It's a long time since we last met. |
a long time ago advadverb: Describes a verb, adjective, adverb, or clause--for example, "come quickly," "very rare," "happening now," "fall down." | (in the distant past) | uzun zaman önce, çok zaman önce, uzun bir süre önce z.zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu"). |
| | çoktan z.zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu"). |
| A long time ago, my ancestors settled in this land. |
a long way off advadverb: Describes a verb, adjective, adverb, or clause--for example, "come quickly," "very rare," "happening now," "fall down." | (in the distance) | çok uzakta z.zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu"). |
| A long way off, you could just see the lights from a distant village. |
a long way off advadverb: Describes a verb, adjective, adverb, or clause--for example, "come quickly," "very rare," "happening now," "fall down." | (distant, far away) | çok uzağa z.zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu"). |
| Those birds are swimming a long way off shore, so you'll need a telescope to see them. |
a long way off advadverb: Describes a verb, adjective, adverb, or clause--for example, "come quickly," "very rare," "happening now," "fall down." | US, colloquial (in the distant future) | daha çok var |
| My sixtieth birthday is still a long way off. |
| On altıncı yaşgünüme daha çok var. |
a lot more nnoun: Refers to person, place, thing, quality, etc. | (greater amount) (miktar) | çok daha fazla s.sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir. |
| | daha çok s.sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir. |
| A banker makes a lot more than a teacher. |
a lot more nnoun: Refers to person, place, thing, quality, etc. | (greater number) (sayı) | daha büyük s.sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir. |
| A few hundred is a lot more than a couple dozen. |
a lot more adjadjective: Describes a noun or pronoun--for example, "a tall girl," "an interesting book," "a big house." | (in greater amount) | çok daha fazla s.sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir. |
| I need a lot more flour to make this dough. |
a lot more adjadjective: Describes a noun or pronoun--for example, "a tall girl," "an interesting book," "a big house." | (in greater number) | daha çok, daha çok sayıda s.sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir. |
| A lot more people are taking up cycling these days. |
a lot more advadverb: Describes a verb, adjective, adverb, or clause--for example, "come quickly," "very rare," "happening now," "fall down." | (to greater degree) | daha fazla z.zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu"). |
| Your foot bends a lot more when you run. |
a lot of exprexpression: Prepositional phrase, adverbial phrase, or other phrase or expression--for example, "behind the times," "on your own." | (many, much) | birçok, çok s.sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir. |
| There were a lot of children in the swimming pool. They made a lot of noise. |
a lot of fun nnoun: Refers to person, place, thing, quality, etc. | informal ([sth] very entertaining) | güzel vakit i.isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder. |
| | keyifli zaman i.isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder. |
| Thank you for inviting me to your party. I had a lot of fun. |
a matter of time nnoun: Refers to person, place, thing, quality, etc. | ([sth] which will happen eventually) | an meselesi i.isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder. |
| They've been dating for 5 years, so it's only a matter of time before he proposes. |
a mite advadverb: Describes a verb, adjective, adverb, or clause--for example, "come quickly," "very rare," "happening now," "fall down." | informal (slightly) | biraz s.sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir. |
| (gayri resmi) | azıcık s.sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir. |
| Aren't you a mite too old to be watching cartoons? |
| Çizgi film izlemek için biraz yaşlı değil misin? |
a monument to [sth] nnoun: Refers to person, place, thing, quality, etc. | (example, evidence) | abide i.isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder. |
| | örnek i.isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder. |
| His last film was a monument to stupidity and bad taste. |
| Son filmi tam bir aptallık ve zevksizlik abidesi. |
a nice little earner nnoun: Refers to person, place, thing, quality, etc. | UK, slang ([sth] which generates income) (gelir getiren şey) | karlı iş i.isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder. |
| I'm setting up a website to sell my photos; it should be a nice little earner. |
| Fotoğraflarımı satmak için bir web sitesi kuruyorum; karlı bir iş olacak. |
a nose for [sth] nnoun: Refers to person, place, thing, quality, etc. | figurative (instinctive ability to detect [sth]) (bir şeyden) | iyi anlamak f.fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder. |
| He has a great nose for good books. |
a number of nplplural noun: Noun always used in plural form--for example, "jeans," "scissors." | (some, several) | birkaç s.sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir. |
| | çok s.sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir. |
| He has broken the rules a number of times. |
a piece nnoun: Refers to person, place, thing, quality, etc. | UK, regional (a distance, a way) | mesafe i.isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder. |
| | yol i.isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder. |
| The farm is down the road a piece. |
a piece of cake nnoun: Refers to person, place, thing, quality, etc. | figurative, informal ([sth] easy to do) | kolay iş, basit iş i.isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder. |
| | çocuk oyuncağı i.isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder. |
| The new software installation was a piece of cake, no problems! |
a piece of the action nnoun: Refers to person, place, thing, quality, etc. | informal (involvement, participation) | katılım i.isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder. |
| | pay i.isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder. |
| If I'm to help you, I want a piece of the action. |
a piece of work, a real piece of work nnoun: Refers to person, place, thing, quality, etc. | US, figurative, informal (unpleasant, difficult person) | işe yaramaz kimse i.isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder. |
| | beş para etmez kimse i.isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder. |
| Tommy's a real piece of work; I heard he blamed his mistake on the boss. |
a piece of work, a real piece of work nnoun: Refers to person, place, thing, quality, etc. | US, figurative, informal (unusual character, individual) | garip kimse i.isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder. |
| | sıradışı kimse i.isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder. |
a posteriori advadverb: Describes a verb, adjective, adverb, or clause--for example, "come quickly," "very rare," "happening now," "fall down." | (law, logic: from experience) | sonsal s.sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir. |
| | tümevarımsal s.sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir. |
a priori adjadjective: Describes a noun or pronoun--for example, "a tall girl," "an interesting book," "a big house." | (hypothetical, deductive) | olası, muhtemel s.sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir. |
| | varsayıma dayalı s.sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir. |
| | farazi s.sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir. |
a priori advadverb: Describes a verb, adjective, adverb, or clause--for example, "come quickly," "very rare," "happening now," "fall down." | (by deduction) | önsel s.sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir. |
| | öncel s.sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir. |
| | çıkarımsal s.sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir. |
a priori adjadjective: Describes a noun or pronoun--for example, "a tall girl," "an interesting book," "a big house." | (accepted without question) | a priyori s.sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir. |
a quarter past exprexpression: Prepositional phrase, adverbial phrase, or other phrase or expression--for example, "behind the times," "on your own." | (time: fifteen minutes after) | çeyrek geçe z.zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu"). |
| He arrived at a quarter past nine. |
a quarter till [sth], a quarter 'til [sth] (US), a quarter to [sth], quarter to [sth] (UK) exprexpression: Prepositional phrase, adverbial phrase, or other phrase or expression--for example, "behind the times," "on your own." | (15 minutes before the hour) | onbeş dakika kala z.zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu"). |
| | çeyrek kala z.zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu"). |
| I'll meet you at a quarter till one... in the afternoon, of course. |
a quarter to exprexpression: Prepositional phrase, adverbial phrase, or other phrase or expression--for example, "behind the times," "on your own." | (time: fifteen minutes before) | çeyrek kala z.zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu"). |
| It's almost a quarter to five; we're running late. |
A road, A-road nnoun: Refers to person, place, thing, quality, etc. | (main traffic route) | ana yol i.isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder. |
| A motorist was caught doing almost double the 70-mph limit on an A road in Worcestershire. |
a shell nnoun: Refers to person, place, thing, quality, etc. | figurative (weakened person) (güçsüzleşmiş kimse anlamında) | gölge i.isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder. |
| He is just a shell of his former self. |
a stone's throw nnoun: Refers to person, place, thing, quality, etc. | figurative, informal (short distance) | yakın mesafe i.isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder. |
| (mecazlı) | iki adım yol i.isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder. |
| The distance from our house to hers is a stone's throw. |
a stone's throw away exprexpression: Prepositional phrase, adverbial phrase, or other phrase or expression--for example, "behind the times," "on your own." | figurative, informal (nearby) | iki adımlık yerde z.zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu"). |
| | çok yakın, çok yakında z.zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu"). |
| We can easily walk to Martha's house; she lives a stone's throw away. |
a stone's throw from adv + prep | figurative, informal (near) | çok yakında, çok yakın s.sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir. |
| The shop is just a stone's throw from my house. |
a tall order nnoun: Refers to person, place, thing, quality, etc. | figurative (challenge, demanding task) | olmayacak iş, yapılması imkânsız iş i.isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder. |
| It is a tall order to win the competition. |
a thing of the past nnoun: Refers to person, place, thing, quality, etc. | informal ([sth] obsolete) | modası geçmiş şey i.isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder. |
| | artık kullanılmayan şey i.isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder. |
a thing of the past nnoun: Refers to person, place, thing, quality, etc. | informal ([sth] no longer a problem) | mazide kalmış şey i.isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder. |
| | tarihe karışmış şey i.isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder. |
a tidy sum nnoun: Refers to person, place, thing, quality, etc. | informal (large amount of money) | büyük miktarda para i.isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder. |
a time nnoun: Refers to person, place, thing, quality, etc. | (a period, a while) | bir süre i.isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder. |
| Come and sit with me for a time. |
a ton of nnoun: Refers to person, place, thing, quality, etc. | figurative, informal (large quantity) (mecazlı) | bir yığın i.isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder. |
| | tonlarca s.sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir. |
| | bir yığın i.isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder. |
| I have a ton of work to do this week. |
a wealth of [sth] nnoun: Refers to person, place, thing, quality, etc. | figurative (abundant amount of [sth]) | bol miktarda, çok miktarda s.sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir. |
| There's a wealth of reasons why you should stay. |
a wee bit advadverb: Describes a verb, adjective, adverb, or clause--for example, "come quickly," "very rare," "happening now," "fall down." | UK, informal (little, slightly) | biraz daha z.zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu"). |
| | azıcık, azıcık daha z.zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu"). |
| Mexican food is a wee bit spicier than I'm used to. |
a while ago advadverb: Describes a verb, adjective, adverb, or clause--for example, "come quickly," "very rare," "happening now," "fall down." | (short time in the past) | bir süre önce z.zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu"). |
| | biraz önce z.zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu"). |
| | demin z.zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu"). |
| A while ago I went on vacation to Cancun. |
a world of [sth] nnoun: Refers to person, place, thing, quality, etc. | figurative (a great amount of [sth]) | çok büyük s.sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir. |
| | bir hayli s.sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir. |
| | pek çok s.sıfat: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) niteliklerini, sayılarını, ölçülerini belirtir. |
| There is a world of difference between their politics. |
A-bomb nnoun: Refers to person, place, thing, quality, etc. | abbreviation (atomic bomb) | atom bombası i.isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder. |
| The U.S. detonated the first A-bomb near Alamogordo, New Mexico. |
a.k.a., aka, A.K.A., AKA. preppreposition: Relates noun or pronoun to another element of sentence--for example, "a picture of John," "She walked from my house to yours." | initialism (also known as) | namı diğer, diğer adıyla z.zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu"). |
| William H. Bonney, a.k.a. Billy the Kid, was a 19th-century American outlaw. |
| William H. Bonney, namı diğer (or: diğer adıyla) Billy the Kid, 19. yüzyılda yaşamış Amerikalı bir kanun kaçağıdır. |
a/c, A/C, AC nnoun: Refers to person, place, thing, quality, etc. | abbreviation (air conditioning) | klima i.isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder. |
| | iklimlendirme i.isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder. |
a/c nnoun: Refers to person, place, thing, quality, etc. | UK, abbreviation (account) | hesap, banka hesabı i.isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder. |
AAA, triple A nnoun: Refers to person, place, thing, quality, etc. | US, initialism (American Automobile Association) | Amerikan Otomobil Derneği i.isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder. |
Not: Roadside assistance company |
AD, A.D. advadverb: Describes a verb, adjective, adverb, or clause--for example, "come quickly," "very rare," "happening now," "fall down." | Latin, initialism (anno domini: year) | M.S. (milattan sonra) kıs |
| The Roman Emperor Domitian ruled Britain briefly in 271 AD. |
after a while advadverb: Describes a verb, adjective, adverb, or clause--for example, "come quickly," "very rare," "happening now," "fall down." | (some time later) | bir süre sonra, biraz sonra z.zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu"). |
| At first he felt no pain. After a while, his arm began to ache. |
all of a sudden advadverb: Describes a verb, adjective, adverb, or clause--for example, "come quickly," "very rare," "happening now," "fall down." | (suddenly) | birdenbire, birden z.zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu"). |
| | bir anda z.zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu"). |
| | aniden, ansızın z.zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu"). |
| All of a sudden, a dark cloud blotted out the sun. |
also known as preppreposition: Relates noun or pronoun to another element of sentence--for example, "a picture of John," "She walked from my house to yours." | (alias) | diğer adıyla, diğer ismiyle |
| | nam-ı diğer |
| Eva Perón, also known as Evita, was a controversial figure in Argentine politics. |
| Eva Perón, nam-ı diğer Evita, Arjantin politikasının çok tartışılan karakterlerinden biriydi. |
a.m., am, A.M., AM advadverb: Describes a verb, adjective, adverb, or clause--for example, "come quickly," "very rare," "happening now," "fall down." | initialism (antemeridian: in the morning) | sabah, öğleden önce z.zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu"). |
| You have a 9:30 a.m. appointment with the doctor. I woke up at 7 am. This nightclub is open until 3 am. |
answer to a problem nnoun: Refers to person, place, thing, quality, etc. | (solution) | çözüm i.isim: Canlı cansız bütün varlıkları ve kavramları ifade eder. |
| The answer to the problem may be quite simple. |
apply for a job, apply for a position v exprverbal expression: Phrase with special meaning functioning as verb--for example, "put their heads together," "come to an end." | (reply to employment advertisement) | işe başvurmak, iş başvurusu yapmak, iş başvurusunda bulunmak f.fiil: Varlıkların ve kavramların (isimlerin) yapmış oldukları hareketleri, içinde bulundukları durumları, etkilendikleri işleri ifade eder. |
| My only task for today is to apply for a job. |
AR, A/R nnoun: Refers to person, place, thing, quality, etc. | written, abbreviation (accounts receivable) | alacaklı hesaplar, alacak hesapları çoğ. i.çoğul isim: Birden fazla varlığı ya da kavramı ifade eder. |
as a child advadverb: Describes a verb, adjective, adverb, or clause--for example, "come quickly," "very rare," "happening now," "fall down." | (during childhood) | çocukken z.zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu"). |
| As a child, Henry was scared of dogs but he later went on to become a vet. |
as a consequence advadverb: Describes a verb, adjective, adverb, or clause--for example, "come quickly," "very rare," "happening now," "fall down." | (so, therefore) | bu nedenle, bu sebeple z.zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu"). |
| | sonuç olarak z.zarf: Fiillerin niteliğini belirtir (örnek: "Bu ev daha güzel görünüyordu"). |
| The boy failed his math test. As a consequence, he cannot visit his friends this weekend. |
as a matter of fact exprexpression: Prepositional phrase, adverbial phrase, or other phrase or expression--for example, "behind the times," "on your own." | (in fact, on the contrary) | aslına bakılırsa, doğruyu söylemek gerekirse, doğrusu, aslında |
| | gerçek şu ki/işin doğrusu |
| I'm not ignoring your brother; as a matter of fact, I invited him for dinner tonight. |